Tarlabaşı |
Kentsel
dönüşümün amacı; bir kentte varolan çarpık yapılaşmayı ortadan kaldırmak, orada
barınan halkın yaşam koşullarını geliştirmek ve kentin sorunlu olan bölgelerini
iyileştirerek şehre adapte olmasını sağlamaktır. Bu açıdan
bakıldığında kentsel dönüşüm gereklidir. Fakat günümüzde uygulanan kentsel
dönüşümün ardında çeşitli sosyo-ekonomik nedenler ve hükümet politikaları
bulunmaktadır. Bu durum da beraberinde birçok sorunu getirir. Özellikle neoliberal
küreselleşmenin etkisiyle İstanbul’da yapılan ‘soylulaştırma’ çalışmaları; şehirde iyileşme sağlamak yerine, alt sınıf ile üst sınıfın arasındaki farkı daha da
açar. Kent, bir insanın içinde yaşadığı dünyayı istediği şekilde yeniden
yapmasında en başarılı girişimidir. Eğer kent, insanın yarattığı dünyaysa, aynı zamanda bundan
böyle orada yaşayacağı alandır. Böylece dolaylı yoldan ve görevinin doğasına
dair hiçbir açık algısı olmadan kenti yaparak, insan kendini yeniden
yapmıştır. Ne tür bir kent istediğimiz sorusu; ne tür toplumsal bağlar,
doğa ile nasıl bir ilişki, nasıl yaşam biçimleri, nasıl teknolojiler ve güzel duyu
değerleri arzuladığımız sorusundan ayrılamaz. Ünlü coğrafyacı David Harvey’e göre
kent hakkı, kent kaynaklarına ulaşmadaki bireysel özgürlükten çok öte bir
şeydir; kenti değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır. Ayrıca bireyselden
çok ortak bir haktır. Çünkü bu dönüşüm kaçınılmaz olarak kentleşme süreçlerini
yeniden şekillendirmek üzere ortaklaşa bir gücün kullanımına dayanır.
Kentlerimizi ve kendimizi yapma ve yeniden yapma hakkı, en değerli ama aynı
zamanda en ilgisiz kalınmış haklarımızdan biridir.
Tarlabaşı |
Gelişmiş
ülkelerin son çeyrek yüzyılda geçirdiği neoliberal değişimler ve küreselleşmenin
de etkisiyle kent merkezleri, küresel ticaretin yeni odak noktaları haline
geldi. Şehirler dönüştürülürken fiziksel yapılanmanın doğal sonucu olarak
sosyal bir dönüştürülmeye de maruz kaldılar. Kent merkezine şehrin yüksek ve
orta sınıflarını, dışına ise alt sınıfını yerleştirmeyi amaçlayan soylulaştırma
ve yaratıcı yıkım çalışmalarıyla şehirler eski kimliklerini kaybederek küresel
kentlere dönüşmeye başladı. Kentlerdeki dönüşümün amacı, kentlerin kendi
işlevlerini korumasını ya da yeni işlevler kazanmasını ifade eder. Fakat her
iki durumda da gördüğümüz, kentin düşük gelirli üyelerinin yerini yüksek
gelirli üyelerine bırakmasıdır. Yani kentsel dönüşümün sınıfsal ayrışmalara yol
açtığıdır.
Tarlabaşı |
Kentsel
dönüşüm çalışmaları küreselleşmenin beraberinde getirdiği birçok sosyal
dönüşümleri bir arada barındırır. Yeniden yapılanan üretim süreci, gelişen ve
gelişmeyen ülkeler arasında belirgin eşitsizlikler meydana getirdi.
Üretimin uluslararası arenadaki öneminden dolayı sanayisizleşme eğilimi
içerisine giren gelişmiş ülke metropollerinde sanayi istihdamı açısından
önemli kayıplar yaşandı. Bununla birlikte, parçalanıp uluslararası olan üretimin kontrol edilmesi gereği ve finansal sermayenin yapısındaki
değişmeler, hizmetler sektörüne doğru bir yönelmeye neden oldu. Kent
ekonomilerinin temelini bu kontrol, koordinasyon ve yönetim işlevlerinin
gerektirdiği üretici hizmetlerinin ve finans sektörünün oluşturmaya
başladığı oluşum yaşandı. Bu sektörlerin kent ekonomisi içindeki payları
önemli ölçüde arttı. Bu süreçte, kent merkezleri imalat sanayi yerine, finansal
sektör ve üretici hizmetlerinin yoğunlaştığı alanlar olarak önem kazandılar.
Bunun sonucunda ise Tokyo, Londra, New York, Berlin gibi ortak noktaları
dünyanın finansal merkezleri olmak olan küresel kentler doğdu. Bu küresel
kentler sadece ticaretin değil; eğitimin, sanatsal ve kültürel faaliyetlerin ve
modanın merkezi oldular. Hizmet sektöründe çalışan insan sayısının artması da
bu kentlerdeki orta sınıf ve üst sınıf icin yeni yaşam alanlarının
yaratılmasını birlikte getirdi. Bu süreç sonunda ise kentsel dönüşüm çalışmaları hızla yaygınlaşmaya başladı.
Murat Üçoğlu ile 'soylulaştırma' kavramı üzerine
Bahçeşehir
Üniversitesi'nde Globalleşme ve İstanbul dersini veren Üçoğlu, soylulaştırma
kavramının nasıl ortaya çıktığını anlattı. İstanbul'daki kentsel dönüşüm ve
soylulaştırma sürecini değerlendirdi.
Ayşegül
Engür, Erdem Oraylı
Murat Üçoğlu |
Soylulaştırma
kavramını açıklar mısınız?
Soylulaştırma
açıklaması zor bir kavram. Soylulaştırmadan önce anlatılması gereken iki şey
var; 'yaratıcı yıkım' ve 'mülksüzleştirme'. 'Yaratıcı yıkım' kavramını Joseph
Schumpeter ortaya atmıştır. Schumpeter günümüzdeki neoliberal politikalardan
bahsetmez, kapitalizmle ilgili olarak bu kavramı kullanır. Soylulaştıma
dediğimiz kavram ise son yirmi yılda yerini iyice buldu. Esasen 1964'te Ruth
Glass, Londra'daki dönüşümü betimlemek için soylulaşma kavramını ilk defa
kullandı. 1990'larda bu kavram biçim değiştirdi. Neoliberalizmin kent
üzerindeki etkisini anlatmak için kullanılmaya başlandı. Özellikle Neil Smith ve
David Harvey gibi düşünürler, bu kavramı çalışmalarında kullandı.
'Yaratıcı yıkım' kavramı, günümüz neoliberal kapitalizmin nasıl işlediği ile alakalı. Kullanım değeri yüksek olan bir yerin yok edilmesi ya da orada yaşayan insanların yerlerinden edilmesi ve o yerin üst sınıfların yatırım yapacağı bölgeye dönüştürülmesi olayı var. Bir tür yıkım ve bu yıkımdan sonra yaratılan bir yüksek piyasa değeri var. Bunu da toplumun üst kısımına yararı var. 'Soylulaştırma' da böyle bir şey. Zaten 'soylu' kelimesinden geliyor. Soylulaştırma, kent alanını soylu yapma, zengin kesimin kullanımına yönlendirme projesidir. İngilizce'de buna 'gentrification' deniyor. O da 'gentry' kelimesinden geliyor. Bölgeyi kibarlaştırma, soylulaştırmaya çıkıyor. Kentteki düşük değerli, şehir merkezine yakın veya değeri yeni yeni yükselen, genellikle alt sınıftan insanların yaşadığı yerlerde bunun gerçekleştiğini görüyoruz. Bir tür rant spekülasyonu yaratılıyor. Oraya bir tür değer atfediliyor. Orada yaşayan alt kesimden insanlar uzaklaştırılıyor. Kentsel dönüşüm adı altında, neoliberal tüketim formuna alışmış insanlarca değiştiriliyor. Sonra da yine bu tür insanların yatırım yapması için uygun hale getiriliyor. Bundan sonra da üst sınıf ve üst-orta sınıftan insanların kullanımına açılıyor. Bu durumda da evinden ettiğin insanları mülksüzleştirmiş oluyorsun. Kapitalizim önemli olaylarından biri birikim yapmaktır. David Harvey bunu mülksüzleştirerek birikim yapmak şeklinde açıklıyor. Bir tarafta belli insanlar mülksüzleştiriliyor. Diğer tarafta bu mülksüzleştirmeden belirli insanlar birikim yapmış oluyor, gelir elde ediyor ya da mülk sahibi oluyor. Bu bölgelerde eskiden yaşayan insanlar, henüz dönüşüme uğramamış daha düşük profilli başka bölgelere gönderiliyor. Bu insanların gittiği yerlerin emlak piyasasında değeri düşüyor. Gelecekte bu değeri düşen bölgeler yine kentsel dönüşüm projelerinin rant sağlayacağı o alt yapıyı oluşturmaya başlıyor.
'Yaratıcı yıkım' kavramı, günümüz neoliberal kapitalizmin nasıl işlediği ile alakalı. Kullanım değeri yüksek olan bir yerin yok edilmesi ya da orada yaşayan insanların yerlerinden edilmesi ve o yerin üst sınıfların yatırım yapacağı bölgeye dönüştürülmesi olayı var. Bir tür yıkım ve bu yıkımdan sonra yaratılan bir yüksek piyasa değeri var. Bunu da toplumun üst kısımına yararı var. 'Soylulaştırma' da böyle bir şey. Zaten 'soylu' kelimesinden geliyor. Soylulaştırma, kent alanını soylu yapma, zengin kesimin kullanımına yönlendirme projesidir. İngilizce'de buna 'gentrification' deniyor. O da 'gentry' kelimesinden geliyor. Bölgeyi kibarlaştırma, soylulaştırmaya çıkıyor. Kentteki düşük değerli, şehir merkezine yakın veya değeri yeni yeni yükselen, genellikle alt sınıftan insanların yaşadığı yerlerde bunun gerçekleştiğini görüyoruz. Bir tür rant spekülasyonu yaratılıyor. Oraya bir tür değer atfediliyor. Orada yaşayan alt kesimden insanlar uzaklaştırılıyor. Kentsel dönüşüm adı altında, neoliberal tüketim formuna alışmış insanlarca değiştiriliyor. Sonra da yine bu tür insanların yatırım yapması için uygun hale getiriliyor. Bundan sonra da üst sınıf ve üst-orta sınıftan insanların kullanımına açılıyor. Bu durumda da evinden ettiğin insanları mülksüzleştirmiş oluyorsun. Kapitalizim önemli olaylarından biri birikim yapmaktır. David Harvey bunu mülksüzleştirerek birikim yapmak şeklinde açıklıyor. Bir tarafta belli insanlar mülksüzleştiriliyor. Diğer tarafta bu mülksüzleştirmeden belirli insanlar birikim yapmış oluyor, gelir elde ediyor ya da mülk sahibi oluyor. Bu bölgelerde eskiden yaşayan insanlar, henüz dönüşüme uğramamış daha düşük profilli başka bölgelere gönderiliyor. Bu insanların gittiği yerlerin emlak piyasasında değeri düşüyor. Gelecekte bu değeri düşen bölgeler yine kentsel dönüşüm projelerinin rant sağlayacağı o alt yapıyı oluşturmaya başlıyor.
Bu
sürekli dönüşüm halinin sonucu nereye gidiyor?
Kent
alanı, dönüşmeye yatkın bir alan. Fernand Braudel ısrarla en zor değişen
tarihin, bir çoğrafyanın tarihi olduğunu söyler. Ancak kent alanına baktığımızda,
son 30 yıldaki teknolojik gelişmeler kent alanını hızlıca dönüşür hale getirdi.
Birkaç şey olma ihtimali var. Birincisi, sınıfsal çatışma ve ayrışmalar
artacak. Bir tür 'Blade Runner' senaryosu yaşanabilir. Bu film 2019 yılında Los
Angeles kentine dair ümitsizliği bir distopya olarak anlatır. Bir tarafta aşırı
zengin ve kentin ve binaların üstlerinde yaşayan kesim, diğer tarafta kentin
aşağısında yaşayan fakir insanları görürüz. Aradaki uçurum gösterilir.
Dönüşümün de gideceği yer aslında bu uçurumdur. Kent alanındaki büyük sınıfsal
ayrılmadır. Günümüzde de bunun örneğini 'gated communities' denilen yüksek
duvarlı ve güvenlikli sitelerde yaşayan zengin insanlar topluluğunda görüyoruz.
Bunun yanında yoksul mahallelerde, ucuz işçi gücünden başka satabilecek hiçbir
şeyi olmayan insan topluluğunda görüyoruz. Bu insanlar düşük gelirli, çeşitli
azınlıklara mensup ya da toplumun marjinalleştirdiği kimseler oluyor
genellikle.
İkinci olarak olması ön görülen şey ise gelecekteki hayalet şehirlerdir. O kadar çok yatırım yapılıyor ve değer atfediliyor ki, gelecekte ölü ve boş yatırımlar olabilir. Üçüncü olarak, Türkiye'deki duruma baktığımızda, günümüzdeki iktidarın sürekli iktidar haline gelmesi durumu var. Bunun nedeni orta sınıftaki insanların çok sayıda ev alması ve bu alım gücü için de yüklü müktarda kredi borcuna girilmesi. Bu kredinin altına girdikleri için siyasi iktidarın değişmesinden korkuyorlar. Bu da iktidar ve orta sınıf arasında sessiz bir ittifak yaratıyor. Sonuç olarak günümüzdeki iktidarın konumunu daha uzun süreler koruyabilme ihtimali ortaya çıkıyor. Tüm bu yapılanmaya karşı durabilecek olan kentsel devrimler ya da isyanların 1960'lardaki gibi olacağını sanmıyorum. Günümüz insanı pasif reaksiyon göstererek, sesini daha çok sosyal medya üzerinden duyurmaya çalışıyor.
İkinci olarak olması ön görülen şey ise gelecekteki hayalet şehirlerdir. O kadar çok yatırım yapılıyor ve değer atfediliyor ki, gelecekte ölü ve boş yatırımlar olabilir. Üçüncü olarak, Türkiye'deki duruma baktığımızda, günümüzdeki iktidarın sürekli iktidar haline gelmesi durumu var. Bunun nedeni orta sınıftaki insanların çok sayıda ev alması ve bu alım gücü için de yüklü müktarda kredi borcuna girilmesi. Bu kredinin altına girdikleri için siyasi iktidarın değişmesinden korkuyorlar. Bu da iktidar ve orta sınıf arasında sessiz bir ittifak yaratıyor. Sonuç olarak günümüzdeki iktidarın konumunu daha uzun süreler koruyabilme ihtimali ortaya çıkıyor. Tüm bu yapılanmaya karşı durabilecek olan kentsel devrimler ya da isyanların 1960'lardaki gibi olacağını sanmıyorum. Günümüz insanı pasif reaksiyon göstererek, sesini daha çok sosyal medya üzerinden duyurmaya çalışıyor.
İnsanların muhafazakarlaştığını görüyoruz. Bu muhafazakarlık da varolanı kabul ediyor ve varolana razı oluyor. Teknolojik araçların ve sosyal medyanın pasifleştirici bir etkisi var. İnsanlar sokaklarda ve meydanlarda göstermeleri gereken tepkileri sanal ortamda gösteriyor. Bu sanal taşıma da zamanla iktidarın kontrol alanı haline geliyor. Bir yerde pasifliği arttırıyor ve insanlar farkında olmadan pasifleşiyor.
Kentsel dönüşüm ve soylulaştırma aynı şey değildir deniyor. Kentsel dönüşüme ön ayak olanlar bunun olumlu bir süreç olduğunu söylüyor. Kentsel dönüşümün dünyanın neresinde, ne şekilde yapıldığı ve ne yönde başarılı olduğu hala tartışma konusudur. Zamanında Avrupa'da işçi konutlarının yapıldığını biliyoruz. Kenti dönüştürmek o kadar da kötü değil. İnsanlar yaşadıkça da kent dönüşecektir. Ancak bir bölgenin yaşayanları o bölgede ne şekilde yaşamak istediklerine kendileri karar vermelidir. Kimi zaman kentsel dönüşüm dediğimiz şey faydalı olabilir. Günümüzde de birtakım söylemlerle destekleniyor.
5366
sayılı kanun:
http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/24547.html
Galataport |
İstanbul’un gözdeleri: Galata, Karaköy, Tophane ve Taksim
Sanayi
devrimi ile birlikte dünyadaki ekonomik yapı da değişti. Neoliberal ekonomik
yapının ortaya çıkmasıyla yeni düzenlemelere de ihtiyaç duyuldu. Türkiye’de de
1980’lerin başında kentsel dönüşümün izleri bu ekonomiye bağlı olarak ortaya
çıktı. Son yıllarda bu dönüşümü özellikle Tophane ve Karaköy bölgesinde
görmekteyiz. Kentsel dönüşüm projesiyle yatırımların arttığı Karaköy,
yeni otel ve ofislerin bölgesi olması yolunda ilerliyor. Birçok tarihi
hanların otele dönüşmeye başladığı semtte, büyük şirketlerin ofis
sayıları da her geçen gün artıyor. Bankalar Caddesi’nde bulunan eski hanların
yeni sahipleri ise belli olmaya başladı. Tarihi Sümerbank binasını,
iş adamı Yılmaz Ulusoy butik otel yapmak için 9 milyon dolara satın
aldı.Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün eski binasını ve Kozluca Han’ı devralan Hakem
Madencilik’in planı; buraya beş yıldızlı bir otel yapmak. Karaköy’ün
yanı sıra Tophane’de birçok otel projesi hayata geçirilecek. Tophane’deki
Bilgi Üniversitesi yurdunu 9,5 milyon dolara satın alan Mahmut Çelik, bu binayı
turizme yönelik değerlendireceğini açıkladı.
Son yıllarda artan bu talepler, daha çok Bankalar Caddesi, Rıhtım Caddesi, Meclis-i Mebusan Caddesi arasında kalan bölgelere yönelik oluyor. Birçok kafe, restoran, müze ve galerilerin açıldığı bu bölgede eskiye oranla hareketlilik arttı. Emlak piyasasını da etkileyen bu değişim Karaköy ve çevresindeki fiyatları da arttırdı. Yatırımcılar için de yeni fırsatların doğduğu Karaköy bölgesinde birçok satılık tarihi hanlar bulunuyor. Artan bu gayrimenkul fiyatlarının diğer bir nedeni ise Galataport projesi. Bu projenin gerçekleşmesi sonucunda çevrenin daha da değer kazanması bekleniyor. Galataport, Karaköy rıhtımdan Mimar Sinan Üniversitesi’ne kadar olan 112 bin 147 metrekarelik alanı kapsıyor. Ticaret alanında, alışveriş merkezi, kültür alanları, yeme-içme alanları, otel, hastane gibi birçok sosyal yapı bulunacak. Mimarlar Odası başta olmak üzere birçok kuruluşun karşı çıktığı bu projenin uygulama aşaması henüz başlamadı.
“Bu sistem de
çökecek”
Kentsel dönüşüm projelerinin artmasıyla her geçen gün yeni bir tartışma
ortaya çıkıyor. İstanbul’un bir dünya emlak projesi olarak görücüye çıkması
yeni yapılaşmalara da neden oldu. Mimarlar Odası Danışma Kurulu Üyesi Mücella Yapıcı kentsel dönüşüm bölgelerinde ve dönüşüm sürecinde ortaya çıkan sorunlar
hakkında görüşlerini paylaştı.
Sebla Üreten
Mücella Yapıcı |
Kentsel
dönüşüm nasıl başladı?
Kentsel
dönüşüm, kendi başına bir proje değil; bir tür mekanizma, planlama sisteminin
bir parçası. Dünyada Sanayi Devrimi'nden sonra ortaya çıktı. Esnek üretim
şekliyle ortaya çıktı. Sanayi; mal üretimi, ucuz iş gücünün olduğu coğrafyalara
göçüp, teknolojik açıdan ileri ülkeler araştırma geliştirme faaliyetlerini
kendi ülkelerinde bırakıp ucuz işçiliğe taşınmasıyla başladı. Birtakım sanayi
bölgeleri doğal olarak boşalmaya başladı. Bunların kaynağı İngiltere'dir. Eski
sanayi bölgelerini tekrar canlandırmak, yeniden işlev vermek ve kent hayatına
kazandırmak için canladırma projeleri gerçekleştirildi. Dünya ekonomisi
neoliberaldi.
Bizde 1980’lerde ve esas olarak 12 Eylül’den sonra Türkiye’nin ekonomik modeli de neoliberal oldu. Bu ekonomide kentler artık daha çok üretimin ve tüketimin örgütlendiği yerlere dönüştü. Dünya ekonomisi dönem dönem bazı krizler yaşıyor. Krizleri çözmek için kentsel toprakları kullanmayı tercih etti. Bizde de esas olarak 1980'lerden sonra başladı. Galataport, Park Otel, Gökkafes, Perşembe Pazarı, Tarlabaşı Caddesi'nin açılması. 1980'den sonra kanunlar çıktı. Ekonomik coğrafya değişti, anlayış değişti. Birtakım imar ve çevre yasaları değişti. 1980'lerde ilk defa İstanbul’da ciddi bir dönüşümün izlerini görmeye başladık. İlk kamu toprakları gelir getirici olarak o dönemlerde satıldı. Şuanda Yeşilköy'de fuar alanı görülen yer 500.000 metrekarelik kamu arazisiydi. İmar planında fuar alanıydı. Birdenbire Dünya Ticaret Merkezi’ne kat karşılığı verilmesi fikri ortaya çıktı. Bu proje de o dönemlerde ortaya çıktı. Şimdi ise başka bir dönem. 1990’lardan sonra, emlak ve kent toprakları üzerindeki politikalar güçlendi. Büyük mega dönüşüm projeleri ve kentler arası bir yarış başladı. Bizim gibi ülkeler sermaye birikim süreçlerinde, emlak ve inşaat sektörleri üzerinden ilerledi. 1999’larda Dünya Bankası Türkiye’ye bir öneride bulundu; "Kürelsel ekonomide yer almak istiyorsanız, mutlaka bir veya iki kentinizi küresel kentler hiyerarşisinde yarıştırmalısınız." Bu küreselleşme denilen kavram hegemonya sağlamıştı. Ya eklenirsin ya da dışarıda hayat yok. Bu trendlerin ya içinde olursun ya da dışındasındır. Bu noktada İstanbul’un macerası başladı. 1999’larda ilk defa kentsel dönüşüm kavramını ortaya çıkardı. "İstanbul dünya kenti olacak ve vizyon projelerimiz var" denildi.
En önemlisi mega dönüşüm projesidir. 3. Köprü, Marmaray, kanal projeleri ve Galataport gibi. Projeler ilan edildiği zaman deprem oldu. Deprem olunca iki sene kadar bu vizyon unutuldu. İktidar değişti. Küreselleşme için istikrarlı bir hükümet gerekiyordu. Türkiye AKP ile bu istikarara da kavuştu. Yol tıkanıyorsa, o engel aşılabiliyor. Kıyı kanunu bir gecede değişiyor. İşte bu da istikrar oluyor. Bu istikrar sağlanınca gelince, Kadir Topbaş vizyon projelerini açıkladı. Kalkınma planlarımıza da işlendi. "İstanbul dünya kentsel hiyerarşisinde yer alacak ve kendini her türlü pazarlama stratejisinde dünya emlak sermayasine armağan edecek" dendi. Birtakım projeler hazırlandı ve 2005’te fuara gitti. "İstanbul görücüye çıktı" dendi ve böyle manşetler atıldı. Bu planın içerisinde bütün bu dönüşüm projeleri yer alıyordu. Dünya emlak piyasasına, "Buyrun, gelin bizde yatırım yapın" dendi. 'Deprem odaklı dönüşüm' denmeye başladı. Baktığınızda bir sürü projede deprem ya da herhangi başka bir afetin etkili olmadığını görürsünüz. Planlama süreci en çok etkileyen ise emlak sektörü oldu.
Bizde 1980’lerde ve esas olarak 12 Eylül’den sonra Türkiye’nin ekonomik modeli de neoliberal oldu. Bu ekonomide kentler artık daha çok üretimin ve tüketimin örgütlendiği yerlere dönüştü. Dünya ekonomisi dönem dönem bazı krizler yaşıyor. Krizleri çözmek için kentsel toprakları kullanmayı tercih etti. Bizde de esas olarak 1980'lerden sonra başladı. Galataport, Park Otel, Gökkafes, Perşembe Pazarı, Tarlabaşı Caddesi'nin açılması. 1980'den sonra kanunlar çıktı. Ekonomik coğrafya değişti, anlayış değişti. Birtakım imar ve çevre yasaları değişti. 1980'lerde ilk defa İstanbul’da ciddi bir dönüşümün izlerini görmeye başladık. İlk kamu toprakları gelir getirici olarak o dönemlerde satıldı. Şuanda Yeşilköy'de fuar alanı görülen yer 500.000 metrekarelik kamu arazisiydi. İmar planında fuar alanıydı. Birdenbire Dünya Ticaret Merkezi’ne kat karşılığı verilmesi fikri ortaya çıktı. Bu proje de o dönemlerde ortaya çıktı. Şimdi ise başka bir dönem. 1990’lardan sonra, emlak ve kent toprakları üzerindeki politikalar güçlendi. Büyük mega dönüşüm projeleri ve kentler arası bir yarış başladı. Bizim gibi ülkeler sermaye birikim süreçlerinde, emlak ve inşaat sektörleri üzerinden ilerledi. 1999’larda Dünya Bankası Türkiye’ye bir öneride bulundu; "Kürelsel ekonomide yer almak istiyorsanız, mutlaka bir veya iki kentinizi küresel kentler hiyerarşisinde yarıştırmalısınız." Bu küreselleşme denilen kavram hegemonya sağlamıştı. Ya eklenirsin ya da dışarıda hayat yok. Bu trendlerin ya içinde olursun ya da dışındasındır. Bu noktada İstanbul’un macerası başladı. 1999’larda ilk defa kentsel dönüşüm kavramını ortaya çıkardı. "İstanbul dünya kenti olacak ve vizyon projelerimiz var" denildi.
En önemlisi mega dönüşüm projesidir. 3. Köprü, Marmaray, kanal projeleri ve Galataport gibi. Projeler ilan edildiği zaman deprem oldu. Deprem olunca iki sene kadar bu vizyon unutuldu. İktidar değişti. Küreselleşme için istikrarlı bir hükümet gerekiyordu. Türkiye AKP ile bu istikarara da kavuştu. Yol tıkanıyorsa, o engel aşılabiliyor. Kıyı kanunu bir gecede değişiyor. İşte bu da istikrar oluyor. Bu istikrar sağlanınca gelince, Kadir Topbaş vizyon projelerini açıkladı. Kalkınma planlarımıza da işlendi. "İstanbul dünya kentsel hiyerarşisinde yer alacak ve kendini her türlü pazarlama stratejisinde dünya emlak sermayasine armağan edecek" dendi. Birtakım projeler hazırlandı ve 2005’te fuara gitti. "İstanbul görücüye çıktı" dendi ve böyle manşetler atıldı. Bu planın içerisinde bütün bu dönüşüm projeleri yer alıyordu. Dünya emlak piyasasına, "Buyrun, gelin bizde yatırım yapın" dendi. 'Deprem odaklı dönüşüm' denmeye başladı. Baktığınızda bir sürü projede deprem ya da herhangi başka bir afetin etkili olmadığını görürsünüz. Planlama süreci en çok etkileyen ise emlak sektörü oldu.
Mimarlar
Odası proje içinde nerede ve nasıl yer aldı?
Mimarlar
Odası, kamu kurulu niteliğinde bir kurum. Evrensel ve mesleki ilkelerimiz
nedeniyle alanların korunması bizim meslek alanımız içindedir. Anayasal bir
kurum olduğumuz için idari işlemler hakkında yargıya başvurma yetkimiz var. İlk
kez Tarlabaşı Bulvarı'nın açılışı sırasında yargı yolu kullandık. Çünkü
yapılanlar tarihi değeri yağmaladı. 1980’lerde turizm bölgeleri denilen
bölgelerde ciddi mücadele ettik. Park Otel, hala sürdürdüğümüz bir davadır.
Mimarlar Odası olarak kamu idarelerini uyarmak bir görevimiz. Mimarlık
mesleği toplumsal sorumluluk olmadan yapılamaz. Etik kurallarımız var. Bir
mimarlık eseri ortaya çıkarken ordaki çevre koşullarına göre ortaya çıkıyor.
İmar koşullarına göre düzenleniyor. Doğru mimarlık için doğru çevre
gerekiyor.
Tophane
ve Karaköy’de yapılan kentsel dönüşüm ne kadar doğru?
Salı
Pazarı’nın öyküsüne baktığımızda 1950’lerde geçici olarak yapılmış.
İstanbul Limanı için gerekli antropo inşaatları var. Oradan bir yolun
geçirilmesi meselesi var. Menderes döneminde de tartışılmış. O dönemde yapılan
yapılar geçici. Orada istenen şeyse oranın yat limanına dönüşmesi. Bu sırada
esas mesele liman gerisindeki alanının yapılaşmaya açılması. O alan İstanbul
Boğazı'nın girişi. Silüet değerleri ve tarihi mekanlar açısından çok önemli bir
yer. Oradaki antropolar zaten fazla. Karaköy'den Mimar Sinan Üniversitesi’ne
kadar denize ulaşamazsınız, inanılmaz kapatılmıştır. Ortaya çıkışında liman
kenti olarak, herkesin denizle birlikte yaşam alanı olması gerekiyor. Oraya
gelince yaşarsınız orada. Denizle liman insanlarının içiçe geçtiği alanlardır.
Uzun zamandır arkadaki alanının denizle iletişimi yok. Kıyı kanununa göre
burası kamu alanıdır. Bu noktada biz de karşı çıktık.
Birincisi gezi gemileri için olan liman yapımı teknik olarak burada doğru değil. Dünya’da bunun için parmak iskeleler var. Böylece gemiler kıyıya dik yanaşabilirler. Bizim burası dar, son derece önemli bir su yolu ve gemiler dik yanaşamaz. Paralel yanaşmak zorunda kalınca da kıyı kapanıyor ve orada inanılmaz bir trafik oluşuyor. İkincisi, bir gemi yanaşınca arkasına her türlü binayı yapabiliyorsunuz. Getirilen projeler içinde otel, çarşı, ticaret ve kültür merkezi, hastane gibi sosyal alanlar var. Arkaya her şey yapılabiliyor. Dünya’nın hiçbir yerinde böyle bir yasa yok. Üçüncü olarak değişense otoparklar. Geçici antrpolopar kalıcı hale getiriliyor. Yıkılıp yenisi yapılabiliyor. Böylece bu bölge yapılaşmaya açılmış oluyor. Bu kıyılar, halkın eşit olarak yararlanması gerken kıyılardır. Bugüne kadar varolan limanı hatırlatan veya guletlerin yanaştığı ara limanlar olabilir. O gemiler bütün görüntüyü kapıyor. Kapalı bir alan yaratılıyor. Bir tarihi kentin kıyılarında ve dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yapılmaz. Bu tarz limanların yeri başkadır ve bizimkisi gibi kapalı liman değildir.
Birincisi gezi gemileri için olan liman yapımı teknik olarak burada doğru değil. Dünya’da bunun için parmak iskeleler var. Böylece gemiler kıyıya dik yanaşabilirler. Bizim burası dar, son derece önemli bir su yolu ve gemiler dik yanaşamaz. Paralel yanaşmak zorunda kalınca da kıyı kapanıyor ve orada inanılmaz bir trafik oluşuyor. İkincisi, bir gemi yanaşınca arkasına her türlü binayı yapabiliyorsunuz. Getirilen projeler içinde otel, çarşı, ticaret ve kültür merkezi, hastane gibi sosyal alanlar var. Arkaya her şey yapılabiliyor. Dünya’nın hiçbir yerinde böyle bir yasa yok. Üçüncü olarak değişense otoparklar. Geçici antrpolopar kalıcı hale getiriliyor. Yıkılıp yenisi yapılabiliyor. Böylece bu bölge yapılaşmaya açılmış oluyor. Bu kıyılar, halkın eşit olarak yararlanması gerken kıyılardır. Bugüne kadar varolan limanı hatırlatan veya guletlerin yanaştığı ara limanlar olabilir. O gemiler bütün görüntüyü kapıyor. Kapalı bir alan yaratılıyor. Bir tarihi kentin kıyılarında ve dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yapılmaz. Bu tarz limanların yeri başkadır ve bizimkisi gibi kapalı liman değildir.
Mücella Yapıcı |
Kentsel
dönüşüm içinde Bankalar Caddesi'ndeki hanlar yıkılarak otel yapılıyor. Bu
oradaki tarihin kaybolmasına neden olmuyor mu?
Sonuçta
turizm adına ciddi kongreler yapılıyor. Baktığınızda İstanbul’da yanlış bir
turizm anlayışı var. Avrupa ile kıyasladığımızda doluluk oranları oldukça düşük. Nitelikte bir sorun var. Her yere otel yapılıyor. Bunun bir çoğu otel
adı altında yapılan rezidanslar. Yılların ticaret bölgelerini bozuyorsunuz.
Oranın dokusu, oranın yaşamı ticaretle gelişmiş. O doku yok olmaya başlayınca
çok şey kaybediyor. Ekmeğini turizm ve inşaattan kazanan bir kent durumu var.
Bu da çok gerçekçi değil. İstanbul hala ekonomisini imalat sektörü üstünden
götürüyor. Aydınlatmacılar var mesela burada. Bu dönüşüm dalgaları sadece
insanları evlerinden etmiyor, iş yerleri de bu durumdan oldukça etkileniyor. Bu
da bana sürdürülebilir gelmiyor. Butik oteller burada ev gibi çalışıyor.
Yabancılara uzun süre kiralama şeklinde çalışıyor. Karaköy’de bunun piyasası
var. Bütün bu alanda asıl dinamiğini yok etmeye başlarsanız, bu proje
sürdürülebilir olmaz. Yok edilen değerler İstanbul’da önemli bir şey. Asıl
olarak yok etmek yerine, onarmak gerekir. Asla orjinalliğini bozmamak lazım.
Emsallerine her yerde kaşılaşılacağı yapılar yapılırsa, asıl dokusunu ve
özelliğini kaybeder.
Tarlabaşı çok önemli levanten mimari örneğidir ve ilk planlı yerleşim alanıdır. Yıllarca bakılmadı, onarımlara izin verilmedi, fon aktarılmadı. Şimdi yapılanın ise geçmişi yok. Bütün bunlar bizim geleceğimizi yok etmek. Orada bir şeyler çözülmeye çalışılıyor ama bu geçici. Her şeyi yok eden bir sürece girdi. Esas olarak anlaşılan şu ki; bu projeler müthiş bir yer değiştirme projeleri. Bütün bu projeler gibi inşaat ve finans sektörü de etkileniyor. Herkes borçlu. Kentsel projeleri, ne kentin sağlığına, ne afet yasasına ne de insanların mutluluğuna uygun olduğunu düşünmüyorum. İnsanların barınma haklarını yerine getimeye yarayan süreç, çok uzak diye düşünüyorum.
Tarlabaşı çok önemli levanten mimari örneğidir ve ilk planlı yerleşim alanıdır. Yıllarca bakılmadı, onarımlara izin verilmedi, fon aktarılmadı. Şimdi yapılanın ise geçmişi yok. Bütün bunlar bizim geleceğimizi yok etmek. Orada bir şeyler çözülmeye çalışılıyor ama bu geçici. Her şeyi yok eden bir sürece girdi. Esas olarak anlaşılan şu ki; bu projeler müthiş bir yer değiştirme projeleri. Bütün bu projeler gibi inşaat ve finans sektörü de etkileniyor. Herkes borçlu. Kentsel projeleri, ne kentin sağlığına, ne afet yasasına ne de insanların mutluluğuna uygun olduğunu düşünmüyorum. İnsanların barınma haklarını yerine getimeye yarayan süreç, çok uzak diye düşünüyorum.
Taksim
Yayalaştırma Projesi için ne düşünüyorsunuz? Bu mimarı yapılanmada yer alan
binaların sayısı çok fazla. Oraya yapılması planlanan Topçu Kışlası doğru bir
proje mi?
Taksim
başından beri ilginç bir proje. Taksim Meydanı’nı kuran öğeler var. Atatürk
Kültür Merkezi, su makseni, anıt ve park. Oraya yaklaşım yolları (Cumhuriyet
Caddesi ve Gümüşsuyu Caddesi) var. Esasında Taksim Parkı, Dolmabahçe’ye kadar
iner ve Şişli’ye kadar devam eder. Şimdiki Ceylan Otel bütünlüğü yok eden ilk
şey, ikincisi ise Gökkafes. 1980’lerden bu yana Taksim’de cami sorunu da var.
Meydanlar kültürümüzde ve Osmanlı’da olmayan bir şey. Taksim Meydanı,
cumhuriyetin bir modernleşme projesidir. Aynı zamanda ideolojiktir. Kent planlanan
gibi kalmaz. Sonuçta Taksim Meydanı ve Gezi Parkı kendilerini kabul
ettirmiştir. Hep bir tartışma vardır ve her iktidar buraya kendi işaretini
koymak ister.
Mimarlık bazen iktidarın oyun alanıdır. Mesleğimizin zor yanı da bu aslında. Resmi mimarlık bazen iktidara hizmet eder. Taksim Meydanı bir egemelik alanıdır ve halkın demokratik taleplerini dillendirdiği bir yerdir. Taksim Gezi Parkı, cumhuriyetin önemli bir park düzenleme projesidir. O bölgenin tek yeşil alanıdır. Gitsen de gitmesen de bölgenin nefes alınan tek alanı. O bölgede yeşil alan sıfıra yakın. Milletin arka bahçesi planda yeşil alan olarak gözüküyor. İhya projesi düşünülüyor ama bu yanlış. Eski eseri canlandırmak için evrensel kurallar var. O kurallara da bu proje uymuyor. Sonuç olarak baktığınızda ideolojik bir iddia projesi haline geliyor. Cumhuriyet çağdaş işaretler bırakmıştır. Opera Binası, Gezi Parkı gibi keşke şimdi de çağdaş işaretler bırakılabilse. Dünya’da emlak esenli çağ yaşadığımız için her türlü doğal ve kültürel kentsel değerler satışa çıkmış durumda. Bu sadece bize özgü değil. Bizim kent hakkı konusunda çok donanımlı halkımız yok. Bu haklar konusunda demokratik gelenekleri olan bir ülke olmadığımız için bizde bu süreç rahat gelişiyor. Geri kalmışlık ve istikrarın etkisi var. Bu neoliberal çağda başka ülkelerde de bu yaşanıyor. Ama rahat olmuyor. Kentsel ranttan herkesin pay aldığı bir süreç var ancak bir müddet sonra bu sistem de çökecek.
Mimarlık bazen iktidarın oyun alanıdır. Mesleğimizin zor yanı da bu aslında. Resmi mimarlık bazen iktidara hizmet eder. Taksim Meydanı bir egemelik alanıdır ve halkın demokratik taleplerini dillendirdiği bir yerdir. Taksim Gezi Parkı, cumhuriyetin önemli bir park düzenleme projesidir. O bölgenin tek yeşil alanıdır. Gitsen de gitmesen de bölgenin nefes alınan tek alanı. O bölgede yeşil alan sıfıra yakın. Milletin arka bahçesi planda yeşil alan olarak gözüküyor. İhya projesi düşünülüyor ama bu yanlış. Eski eseri canlandırmak için evrensel kurallar var. O kurallara da bu proje uymuyor. Sonuç olarak baktığınızda ideolojik bir iddia projesi haline geliyor. Cumhuriyet çağdaş işaretler bırakmıştır. Opera Binası, Gezi Parkı gibi keşke şimdi de çağdaş işaretler bırakılabilse. Dünya’da emlak esenli çağ yaşadığımız için her türlü doğal ve kültürel kentsel değerler satışa çıkmış durumda. Bu sadece bize özgü değil. Bizim kent hakkı konusunda çok donanımlı halkımız yok. Bu haklar konusunda demokratik gelenekleri olan bir ülke olmadığımız için bizde bu süreç rahat gelişiyor. Geri kalmışlık ve istikrarın etkisi var. Bu neoliberal çağda başka ülkelerde de bu yaşanıyor. Ama rahat olmuyor. Kentsel ranttan herkesin pay aldığı bir süreç var ancak bir müddet sonra bu sistem de çökecek.
Beyoğlu'nu 'soylulaştırma'
Tarlabaşı
kadar duyulmasa da Beyoğlu'nun diğer birçok bölgesinin de kentsel dönüşüm
kapsamında şeklini, tarihi ve dokusunu değişmeye başladı. Yıldız Teknik
Üniversitesi, Şehir Planlama Bölümü Başkan Yardımcı Tolga İslam, kentsel
dönüşüm projelerinin anlattı.
Sebla
Üreten
Tolga İslam |
Tophane
ve Karaköy kentsel dönüşümü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tophane,
hem yukarıdan hem aşağıdan dönüşüm baskısı altında. Bu baskı, yukarıdan
İstiklal Caddesi’nin 1990’larda yayalaşmasıyla birlikte başladı. Orada başlayan
soylulaştırma, etrafındaki mahallelerin soylulaşmasına neden oldu. Soylulaştırma sürecinin
yukarıdan aşağıya doğru, Cihangir’den Çukurcuma’ya oradan da Galata’ya doğru
inmesiyle beraber hızla arttı. 2000’li yıllarla birlikte, bireylerin kendi
insiyatifiyle merkezi alanlarda yaşama isteği ortaya çıktı. Bu da soylulaştırma
sürecinin gelişmesine neden oldu. Soylulaştırma, düşük gelirli insanların yaşadığı
bakımsız semtlere, daha üst statülü insanların yerleşmeye başlaması sürecidir.
Bu süreç Cihangir’i ve Galata’yı dönüştürdü. 2000 yılından itibaren sürecin
kapsama alanı da genişledi. Tophane’ye değinerek orada bir baskı uygulamaya
başladı. Bu dönemin ayırt edici başka bir özelliği de devletin desteğiyle
gerçekleşen projelerin giderek öneminin artmasıydı. Örneğin, Fransız Sokağı
projesi. O projeyle sokak ölçeği içinde bir alan oluştu. Belediye de gizli
destekler verdi. Zaten tek bir girişimcinin politik destek almadan tek başına
dönüştürme projesini gerçekleştirmesi mümkün değil.
2005 sonrasındaki yeni yasalar gibi yenileme yasası ortaya çıktı. Bu yasa ile birlikte tarihi alanlarda yenilemeyi mümkün kılan politika araçları ortaya çıktı. Belediye ve büyük şirketlerin ortaklığıyla birçok bölge, dönüşüm alanı ilan edildi. Tarlabaşı'nı çok duyduk ama Tophane’de de dönüşüm projeleri vardı. Beyoğlu ve Fatih Belediyesi bunun önünü açtı. Yukarıdaki baskı Tophane bölgesini de etkiledi. Giderek emlak piyayası üzerindeki baskı arttı. Diğer bir nokta ise Cihangir bölgesinde ve Çukurcuma’da alan seçen sektörler var. Örneğin, galeriler bu bölgelerde çok fazla. Kiraların ucuz olması ve merkezi olması Tophane bölgesine yönelmeye neden oldu. Bu da o bölgenin duyulmasını sağladı. Kültürel seviyesi belli bir seviyede olan kesimlerin oraya nüfus etmesine neden oldu. Aşağıdan yukarıya da bir baskı var. Tophane çevresinde yeni çekim merkezlerinin oluşmasına neden oldu. Mesela İstanbul Modern Müzesi’nin kurulması çekim gücünü arttırdı. Daha önemlisi Galataport projesi. Projenin gerçekleşmesi yönündeki beklentiler, bu bölge çevresindeki baskıyı arttırdı. Dolayısıyla bölge birçok yönden kuşatılmış oldu. Bu süreçte dönüşmeye başladı. Asıl dönüşüm liman projesi gerçekleşirse yaşanacak.
Şimdilerde Karaköy’de hırdavatçı dükkanı ile lüks bir lokantayı yanyana görebiliyoruz. Dönüşümün yönünün bize nasıl olduğunu gösteriyor. Kozmopolit bir yapı ve çeşitlilik bulunuyor. Aslında bir enerji de veriyor. Oranın da tek bir kesime, yani üst sınıfa hitap eden bir muhite dönüşüceğinin belirtilerini görmekteyiz. Tophane bölgesinde iki sene önce patlayan bir olay oldu. Oradaki galerilere gelen kitle ile mahalleli arasında kamusal alanın yani sokağın kullanımı hakkında kutuplaşmalar oldu. Bu durum da sürecin sancılı geçtiğini gösteriyor. Oradaki insanlar bu dönüşümün hem kazananı hem kaybedeni olacak. Düşük gelirli kesimler ve kiracılar için bu süreç, yerinden edilme ve yaşamakta oldukları mekanı terketmeleri anlamına geliyor. Bunun da onlar için yıkıcı bir etkisi var.
2005 sonrasındaki yeni yasalar gibi yenileme yasası ortaya çıktı. Bu yasa ile birlikte tarihi alanlarda yenilemeyi mümkün kılan politika araçları ortaya çıktı. Belediye ve büyük şirketlerin ortaklığıyla birçok bölge, dönüşüm alanı ilan edildi. Tarlabaşı'nı çok duyduk ama Tophane’de de dönüşüm projeleri vardı. Beyoğlu ve Fatih Belediyesi bunun önünü açtı. Yukarıdaki baskı Tophane bölgesini de etkiledi. Giderek emlak piyayası üzerindeki baskı arttı. Diğer bir nokta ise Cihangir bölgesinde ve Çukurcuma’da alan seçen sektörler var. Örneğin, galeriler bu bölgelerde çok fazla. Kiraların ucuz olması ve merkezi olması Tophane bölgesine yönelmeye neden oldu. Bu da o bölgenin duyulmasını sağladı. Kültürel seviyesi belli bir seviyede olan kesimlerin oraya nüfus etmesine neden oldu. Aşağıdan yukarıya da bir baskı var. Tophane çevresinde yeni çekim merkezlerinin oluşmasına neden oldu. Mesela İstanbul Modern Müzesi’nin kurulması çekim gücünü arttırdı. Daha önemlisi Galataport projesi. Projenin gerçekleşmesi yönündeki beklentiler, bu bölge çevresindeki baskıyı arttırdı. Dolayısıyla bölge birçok yönden kuşatılmış oldu. Bu süreçte dönüşmeye başladı. Asıl dönüşüm liman projesi gerçekleşirse yaşanacak.
Şimdilerde Karaköy’de hırdavatçı dükkanı ile lüks bir lokantayı yanyana görebiliyoruz. Dönüşümün yönünün bize nasıl olduğunu gösteriyor. Kozmopolit bir yapı ve çeşitlilik bulunuyor. Aslında bir enerji de veriyor. Oranın da tek bir kesime, yani üst sınıfa hitap eden bir muhite dönüşüceğinin belirtilerini görmekteyiz. Tophane bölgesinde iki sene önce patlayan bir olay oldu. Oradaki galerilere gelen kitle ile mahalleli arasında kamusal alanın yani sokağın kullanımı hakkında kutuplaşmalar oldu. Bu durum da sürecin sancılı geçtiğini gösteriyor. Oradaki insanlar bu dönüşümün hem kazananı hem kaybedeni olacak. Düşük gelirli kesimler ve kiracılar için bu süreç, yerinden edilme ve yaşamakta oldukları mekanı terketmeleri anlamına geliyor. Bunun da onlar için yıkıcı bir etkisi var.
Galataport |
Galataport
projesi doğru bir proje mi?
Projenin
ana fikri, kentli için önemli olan bu alanı dönüştürmek. Mevcut tasarımlarda
turistik bir fonksiyon var. Bu İstanbul için bir kayıp. İstanbullular için
yaşam kalitesinin düşmesi anlamına geliyor. Böyle bir alandan mahrum
kalmalarına neden oluyor. Benim için en kritik nokta da bu. Bu tarz alanları
yeniden işlevlendirirken, temel kaygının kamusal fayda sağlaması gerekmektedir.
İstanbul’un dünya kenti olma çabası var. Ama dünya kenti klasmanında yarışmak
istediği kentlere baktığımız zaman İstanbul, kişi başına düşen yeşil alan ve kültür
tesis alanı açısından çok fakir bir şehir. Böyle bir kent iken, bunu
zenginleştirmek mümkünken, bunu kısıtlamak sadece belli kesime hitap eder.
Çoğunluğu dışlayan mekanların oluşmasını da olumlu bulmuyorum.
Karaköy’deki
hanlar, otellere dönüştürülüyor. Kentsel dönüşüm kapsamında tarihi bölgeleri
bozmak ne kadar doğru?
Bir
dönüşüm süreci var ve bu süreçle emlak sürekli değer kazanıyor. En iyi teklifi
veren kişiler o mekanı sahipleniyorlar. Bölgelerin kontrolü bu kadar serbest
bırakıldığı zaman bir süre sonra çekici kılan özelliği kayboluyor. Bir yandan
yatırım oluyor, bir yandan da tek bir fonksiyon üzerinden, yani turistik açıdan
disneylandleşme (heryerin birbirine benzemesi) süreci ortaya çıkıyor. Kültür
turistlerinin tercihlerine baktığımız zaman, bu çok tercih edilen birşey değil.
Birbirine benzeyen dokuları ziyaret etmektense farklı deneyimler yaşamak
istiyorlar. Bu bölgenin tek tipleşmesi o bölge için uzun vadede olumlu bir
gelişme değil. Geçmiş örneklere baktığımız zaman eğlence ve turizm sektörü ağır
basarsa başka sektörler dışlanıyordu. Bu da çeşitliliği ortadan kaldırıyor.
Burada yerel otoritenin bir planlama yapması gerekiyor. Projenin temel ilkesi,
farklı kesimlerin bir şekilde ortak kullanabileceği mekanlar yaratmak olmalı.
Apartmandaki demokrasinin dönüşümü
Kırk yıllık komşularınız, ‘seni istemiyoruz yeni apartmanda,
başka yere git’ diyebilir. Apartmanınızı bireysel kentsel dönüşüm kapsamında
yenilemek istiyorsanız iki kere düşünmeniz gerekiyor.
Emir Bozgan
![]() |
Murat Eltutan |
Eskiden sadece televizyonda izlediğimiz, mağdurlarına bir kaç
koli göndererek yardım ettiğimiz deprem, 1999 yılından beri İstanbul’da
yaşayanların adeta kabusu oldu. Profesörlerin, "Depremle yaşamaya
alışmalıyız", "Deprem değil, binalar öldürür" sözleri
akıllarımıza kazındı. Zaman zaman unutmaya başlasak da, Türkiye’den
veya yurt dışından bir bilim adamının, "Olası İstanbul depremine az
kaldı" demesiyle korkularımız yeniden artıyor. Aslında korkmamız iyi
bir şey çünkü kadercilik yapmayıp önlem almamız gerekiyor. İşte bu noktada,
İstanbul’u büyük bir şantiyeye çeviren kentsel dönüşüm projeleri önem
kazanıyor. Adil Kentsel Dönüşüm, İmar ve Kamulaştırma Derneği Başkanı
Avukat Murat Eltutan, kentsel dönüşümde ne gibi sorunlarla
karşılaşılabileceğini anlattı. Murat Eltutan, devlet eliyle gerçekleştirilen
kentsel dönüşümün evlerinden çıkarılan insanlar için fazlaca mağduriyet
yaşanmadığını iddia ediyor.
Kentsel dönüşüm projesinin ana hatları nedir?
Depremden sonra güvenli olmayan yapıların daha güvenli ve
çağdaş hale getirilmesi amacıyla yapılmış, kanunların desteğini almış
proje diyebilirim.
Türkiye’de kentsel dönüşüm projeleri ne zamandan beri yapılıyor?
Bununla ilgili kanunların kesinleşmesiyle projeler
yoğunlaştı. Öncesinde belediyeler ve TOKİ çalışmalar yaptı. Fakat
onlar mevcut araziler ya da kişilerle beraber çalışmalar yapıyorlardı. Eski
kanuna göre, kişilerle bu yapılandırma çalışmaları üzerine
anlaşmaları zordu. Yani kentsel dönüşümün tam anlamıyla başlaması, mevcut
kanunun çıkmasıyla oldu.
Peki nasıl yapılıyor? Kanunlara uygun mu yoksa amacından farklı
bir yöne doğru gittiği oluyor mu?
Bize en çok sorulan sorulardan biri; “Benim binam kentsel
dönüşüm projesi kapsamında mı?” 16 Mayıs 2012 tarihindeki kanunun çıkmasıyla
birlikte Türkiye’nin her yerindeki her yapı, kentsel dönüşüm kapsamına
girmiştir. Fakat vatandaş bu konuda en önemli şeyi bilmiyor ya da karıştırıyor.
Rezerv alan dediğimiz bir kavram var. Bu, bizzat devletin bir bölgeyi
belirlemesiyle, üzerindeki yapıların yeni olup olmadığına, arsa sahiplerinin
rızası olup olmadığına bakmaksızın o bölgedeki yapıların devlet gücüyle
kamulaştırılıp, proje dahiline alınması demek. Bir de bireysel olarak yapılan
kentsel dönüşüm projeleri var. Burada da bina sahiplerinden herhangi biri
binanın depreme dayanıklı olmadığına dair rapor alıyor, mevcut kanunlar
yardımıyla bina yıkılıyor ve proje dahilinde yeni bir bina yapılıyor. Devletin
yapmış olduğu projelerde çok fazla mağduriyet yaşanmıyor ancak bireysel olarak
yapılan çalışmalarda fazlasıyla mağduriyet var. Buna da devletin bir an önce
müdahale etmesi gerekiyor.
"Seni apartmanda istemiyoruz!"
Mağdur olanların itiraz edebilecekleri yetkili bir merci var mı?
Hayır, itiraz edebilecekleri bir yer yok ama dediğim gibi
devletin Tarlabaşı, Sulukule gibi yerlerde yaptığı kentsel dönüşüm projelerinde
mağdur oranı çok az. Mağdur olanlar da seslerini kamuoyuna rahatça
duyurabiliyor çünkü örgütlenmeleri kolay. Asıl mağduriyet bireysel olarak
nitelendirilen kentsel dönüşüm çalışmaları. İşte biz onlara yardımcı oluyoruz.
Mesela bir apartman düşünelim. Apartman sakinleri, rapor alıp evi yıktırıyor ve
apartman müteahhite veriliyor. Sonrasında apartman sakinlerinden genelde bir ya
da iki kişi diğerlerinden daha az pay alabiliyor. Benim bahsettiğim mağduriyet
bu.
Mağduriyetleri daha iyi anlamamız için verebileceğiniz yaşanmış
örnekler var mı?
Tabii çok sayıda olay var karşılaştığımız. Üçte iki çoğunluk
sağlanmış, kentsel proje kapsamında çalışma başlatılmış ve herkesin payı yüzde
5, bir vatandaşın payı ise yüzde 25. Herkes 110 metrekare daire alıyor, bu
kişiye de 110 metrekare daire veriyorlar. Adam kendi payının diğerlerinden beş
kat fazla olduğunu, diğerlerinin 110 metrekare pay alırken kendisinin 550
metrekare alması gerektiğini söylüyor. Diğerleri de şöyle diyor, “Biz üçte iki
çoğunluğuz, bizim dediğimiz olur!” Maalesef mevcut kanunlara göre bu birey
kendi hakkı için mahkemeye gidemiyor. Bu adamın Tarlabaşı, Sulukule’deki
insanlar gibi derdini anlatabilme gücü yok. Bir başka örnek daha vereyim.
Apartmanda herkes yüzde 80 pay alıyor, bir kadına yüzde 40 pay veriyorlar.
Kadın, diğer apartman sakinleriyle eşit olmasına rağmen neden daha az pay
aldığını anlayamıyor doğal olarak. Yine aynı cevabı alıyor, “Biz
çoğunluğuz!” Yine ilginç bir örnek; bize danışan vatandaşlardan
birini komşuları hiç sevmiyor ve projede istenmediği söyleniyor. Hatta bu
vatandaşın projeye dahil olmaması için kabul etmeyeceği teklifler yapılıyor. Bunlardan
biri Kartal’da, biri Gaziosmanpaşa’da; kısacası farklı farklı yerlerdeler. Tarlabaşı, Sulukule gibi yerlerde yaşayan kişiler gibi birleşip seslerini
duyuramıyorlar. Kesinlikle Tarlabaşı mağdurlarını küçümsemiyoruz, onlar da
haklılar ama bu bireysel olarak mağdur olan kişilerin yardıma daha çok
ihtiyaçları var.
“Öncelik, çevre ve tarihi doku değil”
Siz vatandaşlara yardım etme sürecinde neler yapıyorsunuz?
Biz onlara hukuki haklarını gösteriyoruz. Bu süreçte onlara
yardımcı oluyoruz.
Ya evlerinden çıkarılan insanlar?
Onların tapusu yok. Sorun da burada zaten. Mülkiyet sahibi
değiller. Kanunen geçerli bir tapun varsa, devlet zaten payını veriyor. Sokağa
atma, paylarını vermeme gibi bir şey söz konusu değil.
Sosyo-ekonomik ya da etnik köken gibi nedenlerden dolayı mağdur
olan kişilerle karşılaştınız mı?
Böyle bir şey yaşamadım. Bizi çok mağdur insan arıyor fakat
etnik, sosyal bir problem söz konusu değil. Zaten nasıl olacak ki! Türkiye;
zenginiyle, fakiriyle, farklı kökenleriyle karışık bir ülke. Sulukule,
Tarlabaşı dönüşümlerinde konuşulan bir şeydi ama ben bu yorumlara çekilmesini
pek doğru bulmuyorum çünkü oralar da şehrin merkezinde. Üstelik oralarda
yaşayanlar kimseyi etnik kökeni dolayısıyla yadırgamıyor, birlik içerisinde
yaşıyorlar.
"Mevcut kanun cinayetlere neden olabilir!"
Sulukule dönüşümünde konuşulan konulardan biri de, tarihi
dokunun bozulduğuna yönelikti. Siz ne düşünüyorsunuz?
Kentsel dönüşüm hakkındaki kanun, kanunlar üstü bir kanun olduğu
için tarihi doku, çevre gibi konuları öncelik sırasına almak mümkün değil.
Bireysel kentsel dönüşümün geleceğini görebiliyor musunuz?
Mevcut kanunla yürümesi, toplumda büyük bir sıkıntı yaşatacak.
Kavgalara hatta cinayetlere bile neden olabilir. Çünkü bir toplumsal barışı
sağlayan unsur, vatandaşın mahkemeye müracaat etme imkanının olmasıdır. Kendi
hakkını kendi yollarıyla aramak yerine, bunu devletin yardımıyla çözerse
kendini güvende ve özgür hissedebilir. Ama mevcut kanunda bu tür hak arama
yolları olmadığı için vatandaş arasında sorun çıkaracaktır. Muhtemelen ilk
yerel seçimde bu konu değişecektir.
Tarlabaşı’nda dönüşüm
İstanbul
1980’li yıllarda başlayan neoliberal politikalar ile birlikte küreselleşme
yarışı içine girdi. Bu politikalar sonucu İstanbul’da, 1980 sonrası dönemde hem
gelişmiş hem de gelişmekte olan ülke metropollerindekilere benzer değişimler yaşandı.
Serbest piyasa ekonomisine geçişi ve dışarıya açılmayı hedefleyen politikalar
sonucu, İstanbul’un ekonomik tabanı yavaş ama istikrarlı bir şekilde değişti. Bu
taban, imalat faaliyetlerinden finans ve hizmetler sektörüne kaydı. İstanbul’
da hizmet sektorünün gelişmesi ve dünya pazarında kendine yer bulma isteği,
kent merkezdeki yeni düzenlemeleri birlikte getirdi. Özellikle tarihi dokunun
olduğu ve şehrin ticaret merkezine yakın semtlerin değeri arttı. Bunun
sonucunda ise Ayazma, Sulukule, Balat, Kartal, Zeytinburnu, Tarlabaşı gibi
semtlerde hükümet TOKİ ve çeşitli özel şirketler ile birlikte bu semtleri
dönüştürme politikasına gitti. İstanbul için ‘Yeni-Osmanlıcı’ bir görünümü benimseyen
yöneticiler, bu doğrultuda Başakşehir ve Kayaşehir gibi ilçeler kurdular.
Tarlabaşı |
Beyoğlu
Belediyesi son yedi yıldır Tarlabaşı, Kasımpaşa ve Sütlüce’yi kapsayan bir
kentsel dönüşüm projesi uyguluyor. Tarlabaşı Yenileme Projesi ile 9 yapı adasında,
20.000 metrekarelik alandaki, 188’i tecilli 269 binanın, sokakların ve tüm altyapının
yenilenmesi amaçlanıyor. Bu projeyle mülk sahiplerine sahip oldukları yerlerin
metrekare cinsinden fiyatları belirlenip, ona göre ödeme yapılıp, bulundukları
yerden gitmeleri ya da projeye ortak olup sahip oldukları değerin üstünü
ödemeleri isteniyor. Kiracıların ise hiçbir söz hakkı yok. Tarlabaşı, bu yeni
dönüşüm çalışmalarının son duraklarından. Yıllarlardır dışarıya kapalı olan,
içerisiyle ilgili birçok şehir efsanesinin döndüğü İstanbul’un ötekileştirdiği
bu semt; hayat kadınları, travestileri, suçluları, yabancıları,
gayrimüslümleriyle marjinal bir şekilde anılıyor. Adeta İstiklal Caddesi’nin
ışıklarının arkasında görünmez kalan Tarlabaşı İstanbul’un yeni neoliberal
kimliğiyle birdenbire saklandığı yerden çıkartılmaya ve soylulaştırılmaya çalışılıyor. İlk kez 2000’lilerin ortasında ortaya atılan Tarlabaşı’nın
dönüştürülmesi projesiyle buradaki yoksul evlerin yıkılıp yerine iş
merkezlerinin, rezidansların ve lüks sitelerin kurulması planlanıyor.
Tarlabaşı |
Tarlabaşı’nın
dönüştürülmesi projesi gerçekleştikten sonra bölge, ‘daha yaşanılası ve daha
güvenli, ekonomiye katkısı daha büyük’ bir muhit olacak. Fakat burada asıl
sorgulanması gereken Tarlabaşı ismi iyileştirilirken burada yaşayan insanların
durumunun ne olacağı. Tarlabaşı halkının çoğunluğunu yoksul göçmen aileler,
küçük esnaf, işsizler, fuhuş ve uyuşturucu ticareti gibi yasadışı işler yapmaya
itilmiş kimseler oluşturuyor. Dönüşümden sonra yapılan yeni mekanlarda yaşayamayacak
olan bu halk, yerlerini burjuva sınıfına bırakacak. Bunun sonucunda şehrin
dışına itilecekler ve Tarlabaşı yoksulları ile kent merkezinde yaşayan burjuva
sınıfı arasındaki uçurum kat kat artacak. Dışlanan Tarlabaşı sakinlerinin barınma
hakkı, kentsel dönüşüm projesiyle ellerinden alınacak ve bu insanların varlığı
şehrin merkezinden silinecek. Soylulaştırılan Tarlabaşı, asıl sahiplerinin
kaderinden habersiz bir şekilde gelişecek ve İstanbul bir değerini daha
kaybedecek. Peki İstanbul yaşadığı sözde sterilizasyon sürecinin bitiminden
sonra kendine özgü dokusunu koruyabilecek mi? Taşı toprağı altın olan,
mucizelerin yaşandığı masallar şehri İstanbul olarak kalabilcek mi?
Simitçisinin, ayakkabı boyacılarınn, balıkçılarının, bakkal amcalarının,
mahalle delikanlılarının; Süleyman Efendi’sinin, Rum Eleni’sinin, Kahveci Ahmet
Efendi’nin olmadığı İstanbul hangi romana, şiire, filme konu olacak? Sonuç
olarak tarihsel dokusunun, kültürel yapısının korunmadığı İstanbul’un küresel
ekonomideki değeri artacak ama İstanbul ruhunu kaybedecek.
"Milleti aptal yerine koyuyorlar!"
Tarlabaşı'ndaki
kentsel dönüşüm projesinin mağdurlarına 2008'den beri destek olan Tarlabaşı
Mülk Sahibi ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı
Ahmet Gün, bugüne kadarki dönüşüm sürecini anlattı. Tarlabaşı'nda yaşayan
insanların mağduriyetinden, iktidarın ve belirli kimselerin bu proje üzerindeki
çıkarlarından bahsetti.
Ayşegül
Engür, Erdem Oraylı
Ahmet Gün |
Tarlabaşı
Mülk Sahibi ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği ne zaman ve
hangi amaçla kuruldu?
Derneğimizin
kurulma nedeni, Tarlabaşı'ndaki kentsel dönüşüm projesi kapsamında mağdur kalan
insanların mağduriyetini önlemek. Dernek 17 Şubat 2008'de kuruldu. Kentsel
dönüşüm projesi kapsamında birçok kişinin mağduriyeti ortaya çıktı. Bu durum da
derneğin kurulmasına neden oldu.
Dernekte
ne gibi faaliyetlerde bulunuyorsunuz?
Şuanda
aktif bir faaliyetimiz yok. Kurulduğumuz yıllarda faaliyet gösteriyorduk.
Uzlaşmak için görüşmeler yaptık ancak uzlaşamadık. O süreç içerisinde bazıları
mülkünü sattı. 200 kadar hane mülkünü satmak istemedi. Belediye de bu
anlaşmazlığı göstererek bu alanları kamulaştırdı. Biz de kamulaştırmalara karşı
ihmal davası açtık. Dava şuanda danıştayda, mağduriyeti azaltacak bir sonuç
bekliyoruz.
Kentsel
dönüşümün orada yaşayan insanların haklarını ihlal ettiğini düşünüyor musunuz?
Kentsel
dönüşüm yasası, kentsel dönüşüm kavramından farklı bir şey. Kentsel dönüşüm,
gecekondu bölgesinin, depreme dayanıksız olan bölgelerin, çarpık kentleşmenin
olduğu alanların iyileştirilmesi durumunu da ele alır. Tarlabaşı'ndaki durum
öyle değil. 5366 sayılı kanuna göre, sit alanı olarak belirlenmiş bölgelerde
kentsel dönüşüm çalışmaları yapabilirsiniz. Bunu ortaya iktidar çıkardı.
2005'ten sonra olan gelişmeler bu duruma örnektir. Sulukule, Balat bunlara
örnektir. 5366 sayılı kanunla ilk olarak acele kamulaştırma başlatılmak istendi
ancak sonra bu iptal edildi. Daha sonra Bakanlar Kurulu aracılığıyla yine bir
acele kamulaştırma kararı çıkarıldı. 2008'de başlayan durum budur. Belediyenin
ihaleye açtığı yer aslında birisinin tapulu malı. Özel mülkiyet ihaleye
çıkıyor. Bu yasayı çıkaranların yandaşları bu ihaleleri kazanıyor ve bu
insanların mülkünü cüzi miktarlara satın alıyor. Yaşayanlar evlerini satmaya
zorlanıyor.
Bir mülk, sahibinin kendi isteğiyle bir başkasına satılabilir. Bu tam anlamıyla bir kamulaştırma da değil. Kamuya değil, belirli bir kesime burdan çıkar sağlanıyor. Uygulananlar buradaki rantı aslında açıkça gösteriyor. Kentsel dönüşüm halkın yararına olmalıdır. İstanbul'un kirliliği, altyapı eksikliği, binaların kalitesizliği, yeşil alan eksikliği, depreme dayanıksızlığı ortadadır. Ancak devletin bu noktada insanları evlerinden etmeden bir iyileştirme sürecine sokması gerekir. Bunu ben bütün konuşmalarımda söyledim. 5366 sayılı kanunda, tarihi binaların iyileştirilmesinden, vatandaşın isterse kendi binasını yapmasından, kat karşılığı anlaşmalardan bahsediyor. Ancak belediye bunun ruhsatını vermiyor. bunun müracaatları var ancak belediye bunlara cevap vermiyor. Ada bazında, 40-50 tane binanın bir arada bulunduğu bir ada şeklinde yapacağız inşaatları diyorlar. Vatandaşının arsasına beş yıldızlı otel yapmaya kalkıyorlar. Kat karşılığı yapılan anlaşmalarda yer sahibine verilen oran en düşük yüzde 50'dir. Burada onu da yapmıyorlar. Televizyonlara çıkıp buraya vatandaşın iyiliği için otel, yol, alışveriş merkezi yaptıklarını anlatıyorlar. Bunları kimin için yaptıkları belli. Ama o kimseler, mağdur vatandaşlar değil. Buralar iktidar yandaşlarına peşkeş çekiliyor. Milleti aptal yerine koyuyorlar! TOKİ Başkanı, Şehircilik Bakanlığı'nın başına getiriliyor. Biz senin bir eden daireni alıcaz yerine beş eden daire yapıcaz ama sen aradaki bu dört farkı ödemek zorundasın gibi bir durum ortaya çıkıyor. Vatandaşın biri oradan bir daireyi yıllar önce emekli ikramiyesiyle almışsa, şimdi bu farkı emekli maaşıyla nasıl ödesin?
Bir mülk, sahibinin kendi isteğiyle bir başkasına satılabilir. Bu tam anlamıyla bir kamulaştırma da değil. Kamuya değil, belirli bir kesime burdan çıkar sağlanıyor. Uygulananlar buradaki rantı aslında açıkça gösteriyor. Kentsel dönüşüm halkın yararına olmalıdır. İstanbul'un kirliliği, altyapı eksikliği, binaların kalitesizliği, yeşil alan eksikliği, depreme dayanıksızlığı ortadadır. Ancak devletin bu noktada insanları evlerinden etmeden bir iyileştirme sürecine sokması gerekir. Bunu ben bütün konuşmalarımda söyledim. 5366 sayılı kanunda, tarihi binaların iyileştirilmesinden, vatandaşın isterse kendi binasını yapmasından, kat karşılığı anlaşmalardan bahsediyor. Ancak belediye bunun ruhsatını vermiyor. bunun müracaatları var ancak belediye bunlara cevap vermiyor. Ada bazında, 40-50 tane binanın bir arada bulunduğu bir ada şeklinde yapacağız inşaatları diyorlar. Vatandaşının arsasına beş yıldızlı otel yapmaya kalkıyorlar. Kat karşılığı yapılan anlaşmalarda yer sahibine verilen oran en düşük yüzde 50'dir. Burada onu da yapmıyorlar. Televizyonlara çıkıp buraya vatandaşın iyiliği için otel, yol, alışveriş merkezi yaptıklarını anlatıyorlar. Bunları kimin için yaptıkları belli. Ama o kimseler, mağdur vatandaşlar değil. Buralar iktidar yandaşlarına peşkeş çekiliyor. Milleti aptal yerine koyuyorlar! TOKİ Başkanı, Şehircilik Bakanlığı'nın başına getiriliyor. Biz senin bir eden daireni alıcaz yerine beş eden daire yapıcaz ama sen aradaki bu dört farkı ödemek zorundasın gibi bir durum ortaya çıkıyor. Vatandaşın biri oradan bir daireyi yıllar önce emekli ikramiyesiyle almışsa, şimdi bu farkı emekli maaşıyla nasıl ödesin?
Eğer iktidar bunu yaşayanların lehine bir biçimde yapsa, bu insanlar daha iyi mahallelerde yaşamak neden istemesin? Birtakım hesaplar yüzünden devlet vatandaşa şeffaf ve dürüst olmazsa, vatandaşın rızasını almazsa, vatandaşı karşısında bulur. Buradaki mağdur insanlar çocuklarını daha iyi bir çevrede yetiştirmek istemez mi? Depreme dayanıklı binalarda oturmak istemez mi? Devlet bunları vatandaşa sağlayacak ki vatandaş kentsel dönüşüme yüzde yüz 'evet' desin. İrtifayı yükseltip, müteahhitin payını ordan çıkartsan, vatandaş mülkünü korumuş olsan, aslında sorun olmayacak. Şimdiki şekliyle kentsel dönüşüm insanların özel hayatını kamulaştırıyor, evlerini yıkıyor.
Beş yıldan beri çok özverili bir çalışma yürütüyoruz. Tarlabaşı'ndaki kentsel dönüşüm göndeme geldiğinde, durumu öngörebilen insanlardan biri oldum ve bu dernekte de biz bunun mücadelesini veriyoruz. Ancak Sulukule'yi yuttular. Ellerinde kamulaştıma belgeleriyle vatandaşları kapı dışarı ettiler. Evini veriyorsan ver, vermiyorsan kamulaştırırım korkusuyla insanlar sindirildi. Kendi zengin zümrelerini yaratıyorlar.
Şehir merkezindeki arsalar üzerinden hesaplar yapılıyor. Vatandaşın çoğunluğu bu olaylara vakıf değil. Sulukule'de, Tarlabaşı'nda yaşananlara duyarsız kalan çok insan var. İnsanlar başlarına neler geleceğini bilmiyorlar. Buralar daha başlangıç ancak durum büyük bir toplumsal problem. Toplumun haksızlığa karşı koyması lazım ki yeni projelerin önü kesilsin. Tarlabaşı'nda bizim yaptığımız çalışmalar da mücadeleye örnek olsun.
Keşke bu kentsel dönüşüm projeleri iyi niyetle yapılsa da beraberce yapılsa. Birçok yaşlı insanı korkutarak ellerinden mülklerini aldılar. Okur yazar olmayan, konuyla ilgili bilgili olmayan kimseler mülklerini sattılar.
Ahmet Gün |
UNESCO'ya
müracaat ettiniz mi? Tarihi binalar nasıl korunuyor?
Evet,
buralarda tarihi yapılar olduğundan avukatlarımız UNESCO'ya müracaat etti. Bu
tarihi yapılar dünya mirasıdır. Ancak burası UNESCO'nun tarihi koruma alanına
girmiyor. Bize endişelemizi paylaştıklarını ama bu konuda herhangi bir yaptırım
gücüne sahip olmadıklarını söylediler. UNESCO'nun Balat'ta tamiratını
yaptırdığı binaları bile Ahmet Çalık'a verilen projenin içine aldılar. Tamir
edilen bu binalar da yıkılıp tekrar yapılacak.
Yasaları değiştiriyorlar. Proje kapsamında yapılması planlanan adalar tarihi binaları da içine alıyor. Buraları tek bir numarada parselliyor. Anıtlar Kurulu'ndaki kayıtlar siliniyor. Tarihi binaların kayıtları siniliyor. Yasayı tam anlamıyla uygulamayıp, kendinlerine göre yorumluyorlar. Tarihi binalar kayıtlardan kolayca silinirken, nasıl bir korumadan bahsedebiliriz? Kemal Kılıçdaroğlu da bu konuda çok pasif kalıyor. Bu bölgeleri ziyaret etmiyorlar ya da herhangi bir çalışma yapılmıyor. 3 bin insan evlerinden oldu Tarlabaşı'nda. Cumhuriyet Halk Partisi korkuyor. Bu konu meclisin gündeminde değil.
Tolga İslam: "Eksik bir çalışma"
Yıldız
Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlamacılığı Bölüm Başkanı Tolga
İslam Tarlabaşı'ndaki dönüşümü ve bu dönüşümün kimleri mağdur edeceğini
anlattı.
Dimitri
Dafnopatidis
Tarlabaşı'ndaki ve genel olarak İstanbul genelindeki kentsel dönüşüm ile ilgili neler
söyleyebilrisiniz? Dönüşüm nasıl başladı ?
Dönüşüm
2005'ten itibaren, 5366 sayılı kanunun çıkması ile İstanbul'da sit
alanlarının yenilenmesi gündeme geldi. Tarlabaşı'ndaki dönüşüm de uzun zamandır
devam eden sürecin ilk örneklerinden bir tanesi.
Peki
bir akademisyen olarak dönüşümün niteliği için neler söyleyebilrisiniz? Bu
dönüşüm sizce sağlıklı bir biçimde gerçekleşiyor mu?
Dönüşüm
sosyal kaygılar dikkate alınmadan, bölgenin sadece ekonomik ve fiziksel
çıkarları gözetilerek yapıldı. Bu yüzden eksik bir çalışma.
Ekonomik
ve fiziksel çıkarların neler olduğunu açıklar mısınız?
Bu
dönüşüm sosyal kaygılar ve halkın yaşam standartları iyi düşünülmeden
oldu. Gerek ev sahipleri, gerekse esnaf durumdan hoşnut değil. Bunun asıl
sebebi, belediyenin onlara sunduğu teklifin adil olmadığı düşüncesiydi.
Belediye bu dönüşümü yaparken oradaki nüfusun ihtiyaçlarını dikkate
almayarak, üst ve orta sınıflar için yeni yaşam alanları oluşturmak
istedi. Bunun dışında olan sınıfları, oranın pek çok farklı etnik sosyal
sınıflardan gelen ve Tarlabaşı'nı bir sığınma yeri olarak gören insanları dışarıda
bıraktı. Bunun üzerine bu insanlar birleşerek haklarını
savunacakları dernekler ve sivil toplum kuruluşları kurdular. Yani
Tarlabaşı'ndaki kamuoyunun tepkisi bu yönde oldu diyebilirim.
Tolga İslam'ın dersinden bir görüntü |
Peki
bu dönüşümün Beyoğlu ve çevresine neyi kazandırıp neyi kaybettirecek ?
Sorunlar
lokal olarak çözülecek gibi gözüküyor. Beyoğlu ve çevresi daha güveni bir yer
olacak. Ancak bu İstanbul genelinde sorunların çözüleceği anlamına gelmiyor.
Unutulmamalı ki, Tarlabaşı'nda oturan nüfusun çoğunluğu Beyoğlu'ndaki eğlence
ve hizmet sektörlerinde çalışıyor. Bu insanların Tarlabaşı'ndan gitmesi,
işlerini de kaybetmeleri anlamına geliyor. Eğer böyle bir durum olur ise bu
olay büyük sosyal çatışmalara neden olabilir. Ama şimdilik bir şey söylemek pek
doğru olmaz.
Peki
son olarak bu dönüşüm oradaki tarihi dokuya zarar verir mi ?
Bir
restorasyon söz konusu ama bu ne kadar doğru ve yeterli yaplıyor bilmiyorum.
Orada 19. yüzyıldan kalma paha biçilmez tarihi binalar var. Eğer bu doku
kaybolursa sadece İstanbul değil, dünya da bu güzel mirastan mahrum kalır.
Umarım böyle bir şey gerçekleşmez.
Tolga
İslam'ın öğrencilerinin yaptığı çalışmalar
Yaptığım
bu keyifli sohbetten sonra Tolga İslam'ın dersine girme şansım oldu. Derste
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğrencileri, İstanbul'daki kentsel dönüşüm
ile ilgili videolar hazırlıyorlar. Videoların her biri İstanbul'un
farklı bölgelerindeki değişimle ilgili farkındalık uyandıracak projeler.
Öğrenciler
tarafından hazırlanan Tarlabaşı videosu:
-----------------------------------------------------------------------------------------------
Editör
Hazal Sipahi
Giriş Yazısı
Ayşegül Engür
Murat Üçoğlu Röportajı
Ayşegül Engür, Erdem Oraylı
Birinci Haber Yazısı
Sebla Üreten
Mücella Yapıcı Röportajı
Sebla Üreten
Tolga İslam Röportajı
Sebla Üreten
Murat Eltutan Röportajı
Emir Bozgan
İkinci Haber Yazısı
Ayşegül Engür
Ahmet Gün Röportajı
Ayşegül Engür, Erdem Oraylı
Tolga İslam Röportajı
Dimitri Dafnopatidis
Fotoğraflar
Erdem Oraylı, Sebla Üreten
Video
Erdem Oraylı